Bir zamanlar, gökkuşağının doğduğu ve tüm dünyaya renklerini dağıttığı büyülü bir yer vardı. Bu yerin adı Renkler Diyarı’ydı. Orada çiçekler yalnızca kırmızı, sarı ya da mavi değil; mor, turuncu, yeşil ve daha nice renkten oluşuyordu. Gökyüzü, günün saatine göre rengini değiştirir; sabahları pembemsi mor, öğlenleri parlak altın sarısı, akşamüstü ise pastel tonlarda bir turuncuya bürünürdü.Bu diyarın insanları mutluluk içinde yaşardı.
Diyarın bir sırrı vardı: Herkes içindeki duygulara göre bir renkle parlıyordu. Mutluluk parlak sarı, sevgi yumuşak bir pembe, öfke ise koyu kırmızı olurdu. Bu yüzden herkes duygularını gizlemeden, dürüstçe yaşamak zorundaydı.Bir gün, bu mutluluk dolu diyarın huzuru bozuldu. Aniden güçlü bir rüzgar esti ve diyarın bütün renklerini aldı götürdü. Gökyüzü gri, ağaçlar soluk, insanlar ise neredeyse saydam hale geldi. Artık kimse içindeki duyguları ifade edemiyor, her şey karamsar bir hâl alıyordu.
Renkler Diyarı’nda Zeynep adında küçük bir kız yaşardı. Zeynep her zaman neşeli, meraklı ve cesurdu. Renkler kaybolduğunda herkes üzüntüye kapılmıştı, ama Zeynep bir çözüm bulmaya kararlıydı. En iyi arkadaşı olan Lila adındaki minik kuşuyla birlikte köy meydanına geldi ve halkına seslendi:“Renklerimizi geri getirmeliyiz! Yoksa hep böyle soluk ve gri bir dünyada mı yaşayacağız?”Ama kimse ona cesaret edemedi. İnsanlar korkuyordu.
Zeynep ise pes etmedi. Yaşlı bir bilgeye danışmak için diyarın kenarındaki büyülü mağaraya gitti.
Bilge, uzun beyaz sakalları ve parlak gözleriyle Zeynep’i karşıladı. “Hoş geldin, cesur kız. Renklerimizi geri getirmek istiyorsan, Karanlık Vadisi’ne gitmelisin. Orası Rüzgar Canavarı’nın evi. Ancak, renkleri geri almak kolay olmayacak. Sana üç bilmece soracak. Eğer cevapları bilemezsen, renkler sonsuza dek kaybolur.”
Zeynep biraz korktu ama yine de kararını verdi. “Ne olursa olsun, denemeliyim,” dedi. Bilge ona küçük bir şişe verdi. “Bu, kalbinin gücünü temsil ediyor. Eğer cesaretini kaybedersen, şişedeki ışık söner. Ama cesur kalırsan, sana yol gösterecek.”
Zeynep ve Lila, Karanlık Vadisi’ne doğru yola çıktılar. İlk olarak, Gölge Ormanı’ndan geçmeleri gerekiyordu. Gölge Ormanı, diyarın en karanlık yeriydi. Orada ağaçların gövdeleri gri, yaprakları ise siyahımsıydı. Her yer sessizdi, yalnızca rüzgarın hışırtısı duyuluyordu.Bir süre ilerledikten sonra, yolun ortasında büyük bir taş gördüler. Taşın üzerinde parlak harflerle şu yazıyordu:
“Dostluk, karanlıkta ışık gibidir. Eğer birlikte çalışmazsanız, yolunuz buradan öteye gidemez.”
Zeynep, Lila’ya baktı. “Sanırım bu taşı birlikte itmeliyiz.” Lila küçük kanatlarıyla taşın üstüne kondu ve tüm gücüyle itmeye çalıştı. Zeynep de elleriyle taşı ittikçe, taş yavaşça yuvarlandı ve gizli bir geçit açıldı.Karanlık Vadisi’ne GirişGeçidi geçtikten sonra, Zeynep ve Lila nihayet Karanlık Vadisi’ne ulaştılar. Burası tamamen grilerle kaplıydı. Gökyüzü siyah bulutlarla doluydu ve rüzgar sürekli uğulduyordu. Rüzgar Canavarı onları fark ettiğinde devasa bir hortum gibi dönerek karşılarına çıktı.“Kim cesaret eder de Karanlık Vadisi’ne gelir?” diye kükredi Canavar.
Zeynep korkusunu saklamaya çalışarak, “Ben Zeynep! Renklerimizi geri almak için geldim,” dedi.
Rüzgar Canavarı kahkaha attı. “Renkleri geri almak mı? Bu o kadar kolay değil. Üç bilmecemi çözebilirsen renkleri geri alırsın. Ama çözemezsen… burada kalırsın!”
Zeynep kararlı bir şekilde, “Sor bilmeceyi!” dedi.
Canavar derin bir nefes aldı ve sordu:“Beni ne kadar çok paylaşırsan, o kadar çoğalırım. Ben neyim?”
Zeynep düşündü. “Paylaşmak” kelimesi aklında dönüp duruyordu. İnsanlar en çok neyi paylaşırsa artar? Birden yüzü aydınlandı: “Mutluluk! Mutluluk paylaşıldıkça çoğalır!”
Canavar biraz şaşırdı ama sonra güldü. “Doğru! Ama daha işin bitmedi.”
İkinci Bilmece “Ne kadar doldurursan doldur, her zaman boş kalırım. Ben neyim?”
Zeynep biraz zorlandı. Doldurulmasına rağmen boş kalabilen bir şey… Şişeler mi? Hayır, onlar dolabilir. Bir süre düşündü. Sonra aklına bir şey geldi: “Boş bir kutu! Ne kadar doldurursan doldur, içindeki boşluğu kapatamazsın.”
Canavar biraz öfkelendi ama yine de üçüncü bilmeceyi sordu.
Üçüncü Bilmece “Ben olmadan öğrenmek imkânsızdır. Ben neyim?”
Zeynep bu sefer hiç tereddüt etmedi. Onun en sevdiği şey öğrenmekti. Öğrenmek için insanın neye ihtiyacı olduğunu çok iyi biliyordu. Gözlerini Canavar’a dikerek, “Merak!” diye cevap verdi.
Canavar hırlayarak yerinde sallandı. “Bil bakalım bu bilmeceleri çözmeyi nasıl başardın?” diye sordu.
Zeynep cevap verdi: “Cesaretim, dostum Lila’nın yardımı ve içimdeki merak sayesinde.”Canavar bir an durdu, sonra gülmeye başladı. “Haklısın. Bu diyara gerçekten renkleri geri getirmeyi hak ediyorsun!” dedi. Hortum gibi dönen vücudu sakinleşti ve havadan bir ışık dalgası yayıldı. Renkler bir anda geri döndü. Gökyüzü yeniden gökkuşağına büründü, ağaçlar yeşillendi, çiçekler yeniden açtı.
Zeynep ve Lila, Renkler Diyarı’na geri döndüklerinde halk sevinçle onları karşıladı. Herkes Zeynep’in cesaretini ve zekasını alkışladı.
Sonuç:
O günden sonra Zeynep’in hikayesi herkes tarafından anlatıldı. Çocuklar, cesaretin ve merakın ne kadar önemli olduğunu öğrendi. Renkler Diyarı, bir daha asla renklerini kaybetmedi, çünkü herkes mutluluk, dostluk ve dürüstlükle yaşamayı öğrendi.Ve gökkuşağı, her zaman olduğu gibi, Zeynep’e minnettarlığını göstermek için gökyüzünde parlamaya devam etti.
Cesaret ve Merakla Renklerin Peşinde